Feeds RSS

25 Haziran 2010

Birazcık Egoist Ol!

Şu hayatta oldum olası kendinden başka herkesi düşünen insan kılıklı yavşaklardan nefret etmişimdir. Kadın erkek fark yapmaz bebeğim hepsinin köküne değil götüne kibrit suyu!

Yanımdaki yöremdeki herkese bunu söyletiyorum "Senden daha önemli kimse yok". Anlıyolar mı? Ne anlıcaklar. Bu beyin özürlüler tekrar acınası hayatlarındaki diğer şahıslar için bişeyler yapmaya, onları mutlu edecek her türlü fedakarlığa hazır ve nazır halde dikelmeye devam ediyolar.

İnsan birazda egoist olmalı. Hayatta nefes alan herkese hümanist yaklaşarak ne kazanabilirsin ki?

Hayatında değişiklik yap. Ne benim için ne onun için ne bunun için. Sadece ve sadece Kendin için!

Konuya bide şöyle bakalım:

Çevremde sorun dinleme, çözme, içini rahatlatma, tavsiye vermek gibi yaftalarla tanınan biriyim. Zaten böyle biri olmasam bu kadar yazı yazacak malzeme nası çıksın dimi? Neyse konu dağılmasın.

Bu özelliklerle tanınan biri olarak söyleyebilirim ki: Sorunlar neredeyse tamamen aynı.

Ben yaptım o neden yapmadı, ben sevdim o niye sevmedi, ben verdim o niye vermedi, ben ah dedim o niye oh demedi tarzında çoğunlukla. Biraz daha dikkatli okursanız temelde karşı tarafı daha çok düşünmek gibi bi sorun çıkıyo dimi? Burdaki amacımız suçlunun kim olduğunu falan bulmak değil. Bu amcık beyinlilerin neden kendilerini daha çok düşünmemelerini çözmektir.

Neden?
Çünkü kendini herkesten değersiz görüyosun!

Neden?
Çünkü herkesi masallardaki iyi karakterlerden sanıyosun!

Neden?
Çünkü amcık beyinlinin birisin!.

Neden?
Çünkü senin kalbin kendi götüne girmiş!

Uzadıkça uzar. Hatta uzatın. Aklınıza ne geliyosa söyleyin bu yavşaklara!

"Ölene kadar mutlu olmasını diliyorum" dedi. "Ben senin aklını sikiyim. Karı seni bıraktı gitti sen hala onu düşünüyon" dedim sinirli bi tavırla.

Evet kadın harbiden bırakıp gitmişti arkadaşı. Göt gibi ortada kaldı resmen. Ve hala bu gibi sözcükleri söyleyebiliyo. Biri beni ortada bırakıp siktirip gidicek bende "Ayhhh mutlu olsun beee" diyip içime atıcam. Adamın aklını sikerim. Var mı lan öyle. Bu hayattaki önceliğim kendimi mutlu etmek. Biri bu mutluluğu sebesiz yere yıkıp gidecek ben hala onun iyiliğini mutlu olmasını isticem.

Düpedüz yavşaklık lan bu!

Senden Önemli kimse yok daha kaç defa kafanızı sikerek bunu söylemem gerekiyo.

İnsanın kendini düşünmesinden zarar gelmez merak etmeyin amına koyim..

17 Haziran 2010


Hastalıkta sağlıkta, biri bizi ayırıncaya dek...



Evlilik denen kimisi için ütopya, kimisi için hayatın anlamı, kimisi için de hayatın sonu denen kuruma bir şekilde giriyoruz. Al-i İmran suresinde aslında “Her canlı evliliği tadacaktır” diye yazsa daha doğru olurmuş çünkü ölüm kadar gerçek birşey evlilik. Hayır yanlış anlaşılmasın evliliğe karşı olan yahut bundan korkan biri değilim. Üstelik başımdan bir evlilik de geçti. Buna rağmen evliliğin iyi birşey olduğuna inanırım. Doğru seçim yapıldığı sürece!



Geçtiğimiz gün kızlardan biriyle sohbet ediyorduk. Bir düşüncesini gözüme gözüme soktu ve sonunda “haklısın” dedirtti bana. Onun söylediğine göre ki ben de artık buna biraz olsun inanıyorum, iki insanın 30 sene birbirine sadık kalması mümkün değil. Yapımız gereği çok eşli olmaya meyilliyiz. Bunu biraz düşündüm ve ardından yazmak istediğim başka bir yazıyla birleştirmeye karar verdim.

Aşık olduk, sevdik, tutulduk, bağlandık, sevildik, bağlanıldık vesaire… gün geldi rutin gitmeye başlayan şeylere hayıflandık. Oyunlar oynadık, eğlenmeye çalıştık. Kedi köpek aldık, ev değiştirdik. Çocuk yaptık, ilgimizi onun üstüne yoğunlaştırdık, gün geldi o da büyüdü yine başbaşa kaldık. Şu hayatta değiştirmemeye yemin ettiğimiz tek şey eşimiz. Peki eşimizi bu kadar vazgeçilmez kılan nedir? İşte bu soru gerçekten can yakıyor. Her zaman daha güzeli, daha akıllısı, daha entellektüeli, daha çılgını veya zevke göre daha durgunu bulunabiliyor. Hatta kimi zaman bunlar ikişer üçer çıkıyorlar karşımıza ki akıllara zarar bir durumdur. Sadakat öyle birşey ki içine bata bata söz verdiğin için karşına çıkan yeniyi seçemeden arkanı dönüp yuvana gidersin. Seçimler her zaman acı veriyor. Yenisini seçtiğinde eskisine, seçmediğinde ise kendine. Bu seçimleri görmezden gelmek hayatı inkar etmekten başka birşey de değil. Yine de kimi zaman yapıyoruz. Yapmadığımızda sıfatlarımıza sıfat ekleniyor.

Eşimizi bu kadar vazgeçilmez kılan vefa olabilir belki. Vefadan dolayı biriyle olan birlikteliği sürdürmek veya sadık kalmak dürüst ve bize yakışan birşey mi? Düşünün, birlikte olduğunuz kız sizin onu sevdiğinizi ve bundan dolayı yanında olduğunuzu düşünüyor. Halbuki sevgiden eser kalmamış ya da sevgi kalıp değiştirmiş ama geçirdiğiniz haftalar, aylar için beslediğiniz vefa duygusundan ötürü siz katlanıyorsunuz buna. Resmen katlanıyorsunuz. Göz yumuyorsunuz. Boşveriyorsunuz. Hayatı elinizin tersiyle itip kabuğunuzda yaşamayı kabul ediyorsunuz. En başta kendinize yazık, sonra da sevgilinize yazık.

Peki aldatılma korkuysuyla yaşamak ne kadar mümkün? Ya da aldatma korkusuyla yaşatmak? Bunu derin derin düşündükçe aslında bir cevap olmadığını da farkettim. Eninde sonunda evliliği tadacağız bir çoğumuz. Belki olacak belki olmayacak. Önemli olan, hayatta elde ettiğimiz her deneyim gibi bunu da bir deneyimden ibaret görmek. Mutlaka olacak diye bir kaide yok. Olmadığında ve peşinden boşanma geldiğinde, yenisiyle bunu denemeye karar verdiğimizde belki mutlulukları heyecanları daha fazla olacak ancak günün sonunda bileceğiz ki o da bir başkasını hayal ediyor olabilecek. Belki de ondan önce bizim aklımız kayacak başkasına. Ama bu sefer durmayacağız devam edeceğiz ve kaderimize boyun eğip bir hayatı bu şekilde sona erdireceğiz. The Alan Parsons Project’in bir şarkısı var… Old and Wise. Tavsiye ederim. Bizi yarı yolda bırakan kişileri affetmenin ne kadar büyük bir lütuf olduğunu anlatır. Ya da bizim yarı yolda bıraktıklarımızdan işitmek istediğimiz sözleri içerir. Nasıl algılarsanız o şekilde. Önemli olan yaşanmışlıklardan üzüntüleri eleyip elimizde mutlulukların kalmasını sağlayabilmek. Inanın üzüntüleri elimizde tuttukça her bir üzüntü bir mutluluğu gölgeleyecek ve hayat böyle geçip gidecek.

13 Haziran 2010

Mızmız Erkekler

Selamlar, lafı uzatmadan bu önemli yazıya geçmek istiyorum. Başlayalım.

Bazı erkekler vardır, kız arkadaşlarıyla aralarındaki sorunu konuşarak ve üzerine giderek çözerler, sorarlar, araştırırlar, nedenlerini bulurlar ve sorunu çözmeye çalışırlar. Hatta bunu yaparken kız arkadaşları bu ince eleyip sık dokuma işine sinir bile olabilir, sorunu buna değer görmezler.

Bazı erkekler vardır, kız arkadaşlarıyla aralarındaki sorunu konuşmadan, deneyimlerine dayanarak daha hızlı çözer. Sorunu daha önce yaşamış, kızın düşündüklerini bilen, bu yüzden cevabı da bilen erkeklerdir. Sayıları azdır, değerleri çoktur.

Bazı erkekler de vardır ki, üstte saydığım iki kategoriye girmezler. Keşke girmiş olsalar ama girmezler. Bu erkekler, sorunu çözmeye değil, sorunu anlamaya değil, sorunu büyütmeye ve görmezden gelmeye çalışırlar. Bunlar mızmız mızıkçılardır. Sizinle tartışırken, yüzlerce mantık hatası yapan, adil davranmayan, tartışamayacağının farkında olduğu için de, "şu anda bu konuyu konuşmak istemiyorum, hayatım." gibi yavşakça cümleler kuran da bu erkektir.

Bavullarınızı taşımaz, ev işlerinize yardım etmez, sizin yaptığınız romantik sürpriz ve şakaları fark etmez, zekice hobileri olmayan, arkadaşları ile bir araya geldiğinde ancak bir aktivitede bulunan erkeklerdir. En üstte saydığım iki normal erkek Voltron'un başı ve gövdesi ise, mızmız erkekler bacağıdır. Asla tek başına bir işe yaramaz.

Yataktaki performansları konusunda size en çok soru soran erkek türü de budur. "Nasıldı hayatım?", "Süper bir karşılaşma izledik sayın seyirciler." gibi birbirinden rahatsız edici durum değerlendirmelerinin yanında, "Sence benimki büyük mü? Kalın mı? Uzun mu? Sence, ben önceki yattıklarınla karşılaştırsan neredeyim? En iyisi miyim? En iyisi benim değil mi?" gibi amatörlüğün zirvesinde sorular da soracaklardır. Yaşadığınız güzel dakikaların içine edeceklerdir. Yine saçma bir ayrıntı olarak da; asla seviştikten sonra size uzun uzun sarılmayacaklar, dönüp sırtlarını uyuyacaklardır.

Eh bu kadar kötü olan bu erkek türü neden halen alıcı bulabilmektedir? Cevabı bu kadar mal olabilmek için çok fazla övülmüş ve aile tarafından çok pohpohlanmış olmanın gerektiğinde arıyorum. Ortamalanın üzerinde bir tipe ve vücuda sahip olmuş bu erkek bazen bu "mızmız erkeklik" yolunu seçebilmekte.

Eğer burçlara inanıyorsanız, size başak erkeği diyeceğim ve yukarıdakileri özet geçmiş olacağım. Bir başak erkeği tanıyan herkesin yüzündeki gülümsemeyi buradan hissedebiliyorum.

Korunma yolları nelerdir?

Ne yazık ki bu tip erkeklerin en büyük silahı flört güçleri ve tipleri. Yani kolunuzu kaptırmadan mızmız olduğunu anlamanız için oldukça deneyimli olmak zorundasınız. Normal birisi cart diye düşer bunların ağlarına. Ama ağına düştüğünüz anda fark etmeniz çok kolay olacak, çünkü bu erkekler aynı yeni evli erkekler gibi hemen kendilerini mızmızlığa bırakırlar.

Peki ne yapacağız?

Burası bence en önemli kısım. Bu erkekler kötü. Önce burasını beyninize kazıyın. Bu erkekler mal. Bunlarla beraber olmak zorunda değilsiniz, ilişkiye henüz başlamış olmanızı veya başlarken kurmuş olduğunuz hayalleri bir kenara bırakın. Aylarca belki yıllarca kafa sikecek bu adamlar. Buna değebilecek bir gelecek planı yok. Mızmızlığı tespit ettiğiniz anda bırakın. Anne içgüdüleriniz, kadın içgüdüleriniz size o erkeği adam edebileceğinizi, o erkeğin düzelebileceğini söylese de bunlara kanmayın. Düzelebilen bir mızmız erkek henüz gözlemlenmedi.
Benden bu kadar şimdilik. Selametle.

11 Haziran 2010

Eski


Eskiden yazdığım bir yazı bu. İlginç geldi paylaşayım istedim. Eski yaşanmışlıklar ve onlarla ilgili hatıralar zamanla önemini ve etkisini kaybediyor. Bazı satırları okuduğumda kafa yapımın zaman içinde nasıl değiştiğini farkettiriyor.



Bu tamamen doğaçlama… Öyle üstünde kafa yorup da “hımm şunu şunu yazar şuradan da bağlarım” tarzında birşey değil. Eskiye ne kadar bağlı yaşar bir insan ya da kafasında bitirmesine müsade edilmeden bir anda bitirilen birşeyi ne kadar sonra kabullenebilir en ufak fikrim yok ama aradan geçen 7-8 aya bakılırsa bu konuda kendimi pek de başarılı görmüyorum. Bu süre içinde yatak odamı ziyaret edenler ya da elini tuttuklarım (sonra bıraktıklarım) pek faydalı olmadılar. Aslına bakarsanız 1-2 tanesi ilk başlarda heyecan yaratmıştı. Kafamda “galiba bu tutacak” diye başlayıp aradan 1 hafta geçtikten sonra “yok güzelim, bizden ne köy olur ne kasaba” diyerek önce gözyaşı ardından da nefret dolu 1-2 söyleme maruz kalarak yoluma devam ettim. Bazıları da öylesine birkaç günlük şeylerdi.. hani gece birlikte olursunuz ama sabah herkes kendi hayatına döner ya..

Arada sırada hatırlıyordum çekip giden bu kızı… gerçekten kolay değil severken ve ortada bir neden göremezken; ama sonrasında da başka birinin olduğunu öğrendiğim canımdan çok değer verdiğim ilişkimizi unutmak zorunda kalmak. Ha tabi unutmamayı seçip sigara + alkol tuzağında yokolup gitmek de var ama o kadar zayıf karakterli biri olmadım hiç. Gelin görün ki bu ayrılık ne zaman yeni birşeye adım atacak olsam arada sırada (her zaman değil) iğne gibi batar oldu. Çuvaldız ise yaklaşık yarım saat önce Facebook’ta tesadüfen eski sevgilimin beni boynuzladığı herifle birlikte çekilmiş bir fotoğrafını görmemle öyle bir battı ki! Dakikasında bu akşamki randevumu iptal ettim. Eve geldim, şu anda önümde yanmakta olan bir sigara ve yanında duble Jack’im ve içinde tıkırdayan buzlarım var. Öğlen yemek de yemediğim için 2 yudum yetti başımı döndürmeye.

Türk kızı öküz sever diye boşuna söylememişler. Resimdeki herif düzgün birşey olsa hadi diyeceğim anladım.. çok şükür eli yüzü düzgün biriyim. Eski sevgilimin genç yaşına veriyorum ve 1-2 sene geçtikten sonra yaşadıklarımızı ve yaşattıklarımı nasıl özleyecek onu da adım gibi biliyorum. Her neyse.. konumuz herif değil. Hani bir önceki yazımda anlatmıştım ya.. 3 gruptan bahsetmiştim… bu kızımız genç kategoriden. “Aha da ben oldum, istediğimi tavlarım, hadi biraz alemlere akayım, bohem takılayım” diyen gruptan. Erkek milletiyiz, güzellik ve estetik önemlidir. Bilhassa benim burcumdaki insanlar için. Dolayısıyla herif için ben başka alternatif görmüyorum çünkü bahsi geçen hatun afet-ül devran. Bu sebeple yapıştıkça yapışacaktır. Bir yandan da amaaan ne bok yerlerse yesinler diyorum içimden. Asıl konu şu… bundan korkuyorum. Günün birinde beni arayıp da “Ben seni özledim, bir kahve içelim mi?” dediğinde ve o anda düzgün birşeyler varsa hayatımda ne yapacağıma dair. Döner miyim? Sanmıyorum. Ihanetin ödülü olmamalı. Ama bir yandan da geriye sarar mıyım şu anda olduğu gibi bilmiyorum. Sadece psikolojim dağılır en kötü… ama geri dönmek.. kendime saygısızlık olur en başta. Ya da sol omzumun üstünde bir süredir boş boş oturan küçük şeytanım müsade eder onu hayatıma almama ve 2-3 hafta sonra kapı dışarı etmeme.. bilmiyorum. Şu anda sadece Jack Daniels’ın ne kadar güzel bir meşrubat olduğu ve Luck Strike ile güzel gittiğini biliyorum.

9 Haziran 2010

Beni kendine aşık et!

Aşk zaten kendi başına zorken nedense daha da zorlarını seçmek ya tesadüf ya da kader. Kadere çok inanan bir insan değilimdir aslında ancak her seferinde kendime “yuh artık bu kadarı da fazla” dedirtecek birşey buluyor olmam da alınyazısından başka birşey olamaz. Kadere sadece bu noktada boyun eğiyor ve artık bu olup bitenleri çok da kafama takmamaya özen gösteriyorum. Kafama takmamak derken bu imkansızlıkların peşini bırakmak mı? Asla! Daha da zoru gelsin, daha çok kafamı kurcalasın, günümü meşgul etsin, işimden alıkoysun, telefonumla aramdaki göz teması arttıkça artsın... beni hayatta tutanın bu olduğuna karar verdim. Kesinlikle aşka tapan biri oldum çıktım.

Kadınlar için derler ya “onlar çiçektir, narindir, ince duyguları vardır” diye... aşık olan adama bu ince duygulu varlıkların neler yapabildiğini de daha yakından inceleme imkanı buldum böylece. Bizzat kendi üstümde yaptığım deneylerde o narin, ince belli, fidan boylu kızlarımızın içlerinde nasıl küçük canavarcıklar barındırdığını gözlemledim. Daha geçen seneye kadar bu canavarcıkların farkında olmadığımı da belirtmek isterim. Hayatımda aldatmayı aldatılmak kadar incitici ve aşağılayıcı bulduğum için “bitti” kelimesi dudaklardan dökülmeden yeni sulara yelken açmadım. Neticesinde 12 yıl içinde ciddi diyebileceğim 3 tane uzun süreli ilişki yaşadım. Biri biterken diğeri başlamıştı bile. En son ilişkimde aldatılınca artık dinlenmem gerektiğine kanaat getirip beklemeye başladım. İşte böylece paralel evrende farklı bir dünya olduğunu da görmüş oldum. Bu şehirde aslında erkekler için ne kadar çok nimet varmış da haberim yokmuş! Ne oldum delisi olup önüme gelen herkesle birlikte olmadım ama. Sonuçta birşeylerin hala kutsal olduğunu ve öyle kalması gerektiğini düşünen insanlardanım. Ruhları ve bedenleri harcadıkça harcanmayı ve tüketilmeyi de göze alıyoruz aslında. Birbirini tanımayan iki arkadaşım aldatan ve oyunlar oynayan kızlar yüzünden artık düzgün erkek kalmadığını, o kızlardan nefret ettiklerini söylemişlerdi. Hatta birisi “ıssız adam” olursam benimle bir daha hiç görüşmeyeceğini söylemişti. İlginçtir kendileri bunu söyledikten kısa süre sonra bir sabah yatağımda açtılar gözlerini. Bütün bunlara gözyumdum ve gelip geçenleri izledim.

Yapılan bir genellemenin içine çekilmek bilhassa “farklı olma” takıntısı içindeki çoğu insanı rahatsız eder. Kızları ise büsbütün rahatsız eder. Ne var ki yaş gruplarına göre bu genellemeleri yapmak çok kolay. 23-24 yaşlarında üniversiteden yeni mezun olmuş, yeni çalışmaya başlamış olan kızlar işinde başarılı, ailesiyle yaşamayan, eğlenceli olduğu kadar yeri geldiğinde ciddi olabilen 30 yaş civarı erkekleri; 26-27 yaşında iş hayatında biraz daha ilerlemiş ve bir önce bahsettiğim türden bir erkekle ilişki yaşamış kızlar, kendi yaş gruplarında ancak gezip tozmayı, Nevizade’de Asmalı’da sabahlamayı adet edinmiş birine dönmeyi; 30 yaşın üstünde ve bahsettiğim iki tür ilişkiden geçmiş kızlarımız ise acilen ilk türden bir ilişkide evliliği arar durumdalar. Bizim penceremizden bu böyle görünüyor... iyidir kötüdür tartışılır ama bence çok çelişkili bu. İlk grup “üniversite bitti, çalışıyorum ve artık ayaklarımın yere sağlam basmasını sağlayacak bir erkek istiyorum”; ikinci grup “gencim güzelim, param var, gezeyim tozayım, yatayım kalkayım, bohem yaşayayım, kimse yediğime içtiğime karışmasın”; üçüncü grup ise “eyvah evde mi kaldım yoksa, benim bu hoppa erkeklerle işim ne? Acilen ayaklarımın yere sağlam basmasını sağlayacak bir erkek bulmam lazım” mantığı ile hareket ediyor. Yani diyeceğim odur ki 3 ana başlık altında inceleyebileceğimiz bu kızlarımızın her biri birer canavarcık olabiliyor nitekim bu kızlara aşık olmak yapılabilecek derin hatalardan biri midir bundan pek emin olamıyorum. İşte bu yüzden şu sıralarda aşık olmaya imtina ediyorum.

Herhalde en doğrusu herşeyi akışına bırakıp olduğu gibi, hissettiği gibi yaşaması insanın. Aldatılmak korkusu ile bir ilişki ne yaşanabiliyor ne de yaşatılabiliyor. Aldatılmayı ne kadar erteleyebilirsiniz ki? Sevgiliniz ya da eşiniz kafaya koyduktan sonra onu zincire vursanız bile bunu gün gelir yapacaktır. Doğru olan insanı bulup bulmadığınız tamamen alınyazınıza kalmış. Burada sevgiyi ve aşkı sınırsız yaşamak ve yaşatmaktan bahsediyorum. Kalbimizi sonuna kadar açıp içeri giren kişinin doğru insan olduğunu düşünmek beraberinde ya sonsuz mutluluk ya da sonsuz bir kazık yeme acısı getirecek. Her iki durumda da kazanmış olacağız. Kazık yesek bile daha ciddi adımlar atıldığında kazık yemekten iyidir diye bir teselli hep cebimizde olacak. Öte yandan karşımıza afet-ül devran bir hatun çıktığında bu yazının tek satırı bile umurumuzda olmayacak, o yüzden koyverin gitsin be yahu!

7 Haziran 2010

Ne de Olsa Erkeğiz

Merhaba;
Ben Testeste Rone. Şimdilerde Dante'nin ömrünün ortasına yaklaşmış yıllardayım.
İsmime bakıp, acaba ateşli bir italyan ya da ispanyol erkeği mi diyebilirsiniz.
Adım Testeste Rone olsa da Türk erkeğiyim. Ateş kısmını anlatmak için ise anlatılmaz yaşanır gibi bir klasikten de vazgeçmeyeceğim.

Adımın gelişi gidişimizden geliyor aslında. Zira hiçbir Türk erkeği yoktur ki (Türk erkeği diyorum yani Türk olup erkek olanlar, adı erkek kendi kek olanlardan değil!) testesteron hormonu yüksek seviyelerde olmasın. Eee ülkemizde tabu kelimesinin ilk adresi cinsellik olunca, doğal olarak erkeklerin testesteron seviyesi yüksek seviyelerde geziniyor tabii.
Ben de Türkiye de yaşayan bir Türk erkeği olarak, bundan nasibimi fazlasıyla aldım. Alıyorum. Almaya devam edeceğim. Çünkü burası Türkiye ve biz bunları görmüş, yaşamış bireyler olarak çocuklarımızdan da bunları talep edeceğiz. Ne kadar eğitim almış olursak olalım, atalarımızdan gelen genlerle görüşümüz eninde sonunda buraya geliyor.

Kız arkadaşımızın "ayy ben de istiyorum ama fazla ileri gitmeyelim" sözünü kaç kez duyduk? Ben sayısını unuttum açıkçası. Kızların ortak karar cümlesi sanki. "Tamam ileri gitmeyelim de bir ileri bir geri gitsek nasıl olur?" demeyin sakın. Dediğiniz anda tokatı yiyebilirsiniz çünkü. :) Aslında durumumuz; hem kızlar hem de erkekler açısından güleriz ağlanacak halimize durumu. Ne acıdır bir kızın cinselliği yaşamak istediği halde yaşayamaması. Böyle söylediğim için bu duruma karşı biri olduğumu zannetmeyin. Ben de bu toplumun bir üyesi olarak, bize bahşedileni isterim elbette. Önemli olan toplumun düşüncesinin tabana varıncaya kadar değişmesi.

Geleneklerimizi, göreneklerimizi çok sever ve her fırsatta sahip çıkarım. Yalnız bir tarafta cinselliği her şekilde yaşadığı halde sorgulanmayan biz erkekler, diğer tarafta ise büyük çoğunluğu cinselliğini yaşamak istediği halde yaşayamayan kızlar. Bu ülkede düğünlerde, hoşlandığı erkek yerine kız arkadaşıyla dans etmek zorunda kalan kızları az mı gördük. Yine de çok dayanıklılar. Cinsel tercihlerini her türlü baskıya karşı koruyabiliyorlar.

Bu durumda olan erkekler olsa, ülke de cinsel tercihi karşı cinse yönelmiş olan erkek sayısı bir hayli azalırdı galiba. :) Neyse siz bu satırları okuyan bir kızsanız ve hala aileniz cinselliğinizi yaşamanıza izin vermeyecek bir bakış açısı taşıyorsa, gaza gelipte "cinselliğimi yaşamaya gidiyorum" diye yerinizden fırlamayın. Yine aklınızı,kalbinizin ve hormonlarınızın önüne koyun. Zira herşey bir gün biter, üzüntü kalıntıları ise hayat boyu sizi takip eder. Biz erkeklere gelince, cinselliğimizi çoğu zaman duygularımızı adadığımız kızlarla değil de cinsel arzularımızı kabartan hafif meşrep?!? kızlarla sürdemeye devam edeceğiz.

Zira ne de olsa erkeğiz.

6 Haziran 2010

Bir Heteroseksüelin Tereddütleri

Belki aranızda bu yazıya "homofobik" diyebilenler çıkacaktır. Ben olmadığını düşünüyorum. Başlayalım.

Bir zamanlar vücuduma önem vermezdim, boyum ve yakışıklılığımın beni idare ettiğini düşünüyordum. İdare ediyordu da. Ancak dev gibiydim ve korkutucu iriliğim dışarıdan bakıldığında beni düşündüğüm kadar çekici göstermiyordu. Bunu fark etmem ergenliğimin sonlarına rastlıyor. Bilirsiniz her erkek ergen gibi ben de salaktım ve bunu fark edememiştim.

Ama kadınların bana olan ilgisinden çok, kendime olan saygımın geri gelmesi için birazcık kilo vermeye ve en azından canavar iriliğimden kurtulmaya çalıştım, 2007'nin Aralık ayında bir rejime başladım. Rejimim çok ağırdı ve bunun yanında bir de spor yapıyordum. O zaman kadar 2 şınav çekemeyen ben, 1 ay içerisinde 20 şınava kadar çıkabildim. Gün içerisinde sadece lahana ve marul yiyordum ve artık sadece tatlandırıcı ile içecekleri içiyordum.

Amacım asla sağlıklı yaşamak olmadı, sağlıkla ilgilenmiyordum, tek amacım bir an önce normal bir kilo ve düzgün bir vücuda sahip olmaktı. Bunun için aç kalmaya ve kalp çarpıntısı geçirmeye hazırdım. Hazırmışım daha doğrusu, hiç ırgalamadı. Velhasıl, ben istediğim vücudu 2008'in yazında aşağı -yukarı elde etmiştim. Getirisi hep olumlu oldu. Ama size bunu daha sonra anlatırım, şimdi anlatmak istediğim çok daha ilginç bir ayrıntı var burada.

Kilo verirken ve vücudumu şekle sokarken, oldukça fazla döküman okudum, oldukça fazla erkek vücudu inceledim. Sayısı sanırım 1000'i geçmiştir. Her türlü vücut biçiminin nasıl oluştuğunu ezberledim ve kendi vücudum için uyguladım. Evet bu insana inanılmaz bir şevk veriyordu ama şöyle bir şey dikkatimi çekmeye başlamıştı. Kendimi durmadan diğer erkeklerin vücutlarıyla karşılaştırıyordum, bu öyle bir hal almaya başladı ki, bir erkeğin ilk baktığım yeri göbeği oluyordu. "Acaba göbeği var mı? Benim göbeğim yok. Evet ben kazandım!" gibi iç rekabetlerle inceliyordum erkekleri. Bu karşılaşmalarda her zaman kazanamıyordum. Çok güzel vücutlu ve yakışıklı bir erkek beni yeniyor ve egoma yumruk atıyordu. İşte bu tip erkeklere imreniyordum. Günlerim, beni yenebilen erkekleri arayarak geçiyordu. İnternette durmadan erkek fotolarına bakıyor, hangi ünlü ne kadar kas yağmış biliyordum. Ne kötüdür ki ezbere biliyordum. Bu ilgimin arttığını bir gün bir fotoya baktığımda dehşetle farkettim.

Çok çekici ve açık giyinmiş bir kız ve kaslı bir erkeğin fotosuydu bu. Ben fotodaki kızı farkedinceye kadar adamın adonis derinliğini kafama kazımıştım bile. Bu korkunç bir deneyimdi, kız gerçekten bakılacak cinsten bir poz vermiş olmasına rağmen ben önce erkeğin tüm vücudunu süzmüş, analiz etmiş, beğenmiş, çok sonra da kızın bacaklarının uzunluğunu görmüştüm. Neden? Ben erkek vücuduna mı ilgi duyuyordum? Neden bu hayranlıkla adamı süzdüm ki? Bu sorular kafamı karıştırırken bu foto testini başka arkadaşlarıma yaptım, hepsi kadının bacaklarını ilk saniyede övmeye başlıyordu. Ben ise bu tip kızlı erkekli fotolar arayıp bularak kendimi deniyordum. Sonuç benim beklediğim gibi değildi, her seferinde erkek vücudu daha çok ilgimi çekiyordu. Bu konunun ciddi ciddi üzerine gitmeye karar verdim. Kız arkadaşımdan gizli bir biçimde arşivlediğim tüm straight porno filmleri bilgisayarımdan sildim ve kendimi bir haftalık bir teste tabi tutmaya karar verdim. Gay sitelerine girecektim ve gay pornosu izleyecektim. Kız arkadaşımla hiç eve gitmeyecek ve sadece dışarıda dolaşacaktım. Bu sayede kendimdeki homoseksüel dürtülerin ne derece olduğunu bulabilmeyi umuyordum.

Zor bir haftaydı. Gay porno videolarını izlerken dakkalarca tahrik olmuyordum, sadece 20-25 dakika sonra vücudum tepki vermeye başlıyordu, bu garipti. Aslına bakarsınız homoseksüel olduğumu düşünmeye başladığım için, kendimi tahrik olmaya çalışırken yakaladığım da oluyordu. Ancak, hiç mastürbasyon yapmadım, canım istemedi. 1 hafta. Canım mastürbasyon istemiyordu.

Haftanın son gününde öğleden sonra testi bitirmeye karar verdim. Çünkü düşündüğüm kadar homoseksüel dürtüm yoktu, biseksüellik bile değildi. Öğleden sonra bir straight porno siteye girdim. Ilk saniyede tahrik oldum ve "olm özlemişim lan." dedim içimden. Evet ben tereddütleri olan bir heteroseksüeldim, ama bu tereddütlerimin üzerine gidip cevabı bulmuştum. Ertesi haftalarda kız arkadaşım artık daha iyi seviştiğimi söylüyordu. Açık konuşayım, homoseksüel dürtülerimden hiç utanmadım, ortaya çıkmaları için gereken düzlemi de kurdum. Ama tüm o ilgim sanırım vücudumun gelişimi sırasında artan egom yüzünden oldu. Daha öncesinde hissetmemiştim, sonrasında da hissetmedim.

Intro

Neden yazıyorum? Bilmiyorum.
Kafadan geçenleri birkaç garip şekilli karaktere büründürüp, bilgisayar marifetiyle internet denen ortama aktarmak… Arada çok fazla kademe var ama olsun. Herşeyi yazamıyor tabi insan. Ben daha burada 3-5 tuşa basmışken, kafamda neler uçuşuyor ben bile takip edemiyorum.

Niye yazıyorum? İnsan herşeyi, herkese anlatamıyor. Sonuçta yaptıklarınız, söyledikleriniz her zaman karakteriniz ve şahsınızla ve hatta adınızla bağdaştırılıyor. İnsanların kafasında, sizin adınızla bağdaştırdığı bir karakter ve bir beklenti intervali var. O aralığa düşmediğinizde;gözler belertilip çeşitli beyinlerde çeşitli soru işaretleri doğurabiliyorsunuz. Tabi bir de iş hayatının içinde olmak var. Belli normlar haricinde davranmak. Kariyer planı denen şey bu ülke sınırları içinde, başbakanın karısının kafasındaki türbanın sağa ya da sola kaymasıyla değişebilen birşey iken, hayatınızı tümden karartabilir. Aynı sebepten mütevellit twitter’da yazdıklarımı facebook’ta paylaşamıyorum.

Yıllardır çalışıyorum. 97’den beri. Hayatın daha hızlı kayıp gidebileceği, başka bir aktivite yoktur bu dünyada. Insanın tüm gününü bir ofis ve onun işleri ile heba ediyor olması çok yazık değil mi? Gel gör ki bunun karşılığında, rahat bir hayat devam ettiriyorum. O yüzden çalışmayı seviyor muyum? Tartışılır... Tartışırız yeri geldiğinde. Şimdi değil.

Araya bir de evlilik sıkıştırdım. Sonra boşandım. Çok da mutlu oldu bu boşanma olayı ama şunu bilir şunu söylerim; doğru insanla yapıldığı sürece evlilik dünyanın en güzel şeyi. Doğru insanı bulmak biraz meşakkatli olabiliyor ama buna dikkat etmek gerekiyor.

Hayattaki mottom: Herkes mutluluk getirir. Kimileri gelirken, kimileri giderken. Her zaman böyle olmuyor ama olsun. Hayat devam ediyor… Yazdıkça… Yaşadıkça…